04 Şubat 2007
ATATÜRK, ULUS DEVLET VE GENÇLİK - ZAFER YAPICI
Farklı farklı tanımladılar gençliği... Hep işlerine geldiği gibi yorumladılar.
Ulus ötesi güçler, yarattıkları popüler kültürün tüketicisi olarak düşündü gençliği. Yavan hamburgerlerinin yiyicisiydi gençlik. Diktikleri kötü kotların giyicisi, ne olduğu belirsiz kolaların içicisi, uyduruk Hollywood filmlerinin izleyicisi, sundukları radikal (!) fikirlerin destekçisi....Kısacası, “cilalı imaj devrinin öncü tüketicisiydi” gençlik. Popüler kültürün kalıpları, gençliğin adı konmamış hapishanesi oldu. “Özgür” olduğunu sanmaksa en büyük yanılgısı…
Sosyal devlet anlayışından kopan iktidarlar oy kapısı olarak yorumladılar gençliği. Derme çatma üniversitelerde eğitim görüp, işsizler ordusuna katılacak bireyler olarak tasarladılar. Teröristler canlı bomba ve tetikçi, emperyalistler paralı asker, tarikatçılar devlete sızma aracı, insan tacirleri “mal” olarak gördüler. Firmalar her an bir diğeriyle ikame edilebilecek işgücü, ağalar yanaşma yahut töre taşıyıcısı olmadan ibaret saydı onları. Kimileri değerini başlık parasıyla ölçtü onların, kimileri eşeğinden bile değersiz saydı.
Yorucu eylemlerin afiş asıcılarıydılar onlar kimilerine göre. “Sadece” afiş asıcıları…Bazı siyasi parti tabelalarına adları bile kondu. “Genç” sözcüğü onların tabelalarında içi boş bir vitrin oldu…
Sözün özü, ya “tüketen” olarak gördüler gençliği, ya da edilgenleştirdiler. Ve bu tüketenlik veya edilgenlik hep onların amaçlarına hizmet etti; gençliğin değil…
Gelin şu gençliği edilgen tutmaktan beslenen küresel oyunları ve bu oyunların ak pak cambazlarının (!) sis perdelerini biraz aralayalım. Öyle günler geçiriyoruz ki, bugünlerde emperyalist ülkeler zamanında silahla elde edemediklerini sinsi oyunlarla elde etmeye çalışmaktadırlar. Lozan’da kazandıklarımızı geriye almak için uğraş vermektedirler. Bölücü oyunlarıyla, ülke ekonomisinde dizginleri ele alma gayretleriyle Sevr’i dayatmak istemektedirler.
Bu planın uygulanmasının temel yolu da Türkiye’yi onurlu Kemalist geçmişinden kopartıp, onun içini boşaltmaktır. Büyük Ortadoğu Projesi ile Türkiye’ye biçilen rol bu içi boşluktur. (Batı çıkarlarına karşı) “Ilımlı İslam” modelidir bahsettiğimiz. Önce Türkiye’yi dönüştürme, sonra da demokrasi getireceğiz diyerek Türkiye üzerinden Ortadoğu’yu dönüştürme projesidir. Kuşkusuz ilk olarak Türkiye’de böyle bir dönüşümü gerçekleştirmek için, toplumun siyasetten uzaklaştırılması, böylelikle oluşturulacak iktidarın Batı çıkarlarına karşı ılımlı ve laiklik karşıtı bir yapıda kurulması gerekliydi; öyle de oldu…Hatırlayınız RTE’nin danışmanının Amerika’da söylediği “onu kullanın; delikten süpürmeyin” sözlerini. Şimdiye kadar gelmiş geçmiş hiçbir iktidar, iktidarını sürdürebilmek için ABD karşısında bu kadar küçülmemişti…
Bu danışman sözü, Türkiye’yi bağımlı ve yönetilebilir bir ülke haline getirme amacının net ifadesidir. Aslında iktidarın tüm icraatlarının özetidir. Şu şahit olduklarımızın ardından ülkenin rejimi ve bölünmez bütünlüğünün tehdit ve tehlike altında olduğunu vurgulayan yurtseverlerin konuşmalarını hâlâ duymazlıktan mı geleceğiz? Ulus devletin tehlikede olmasının aslında geleceğimiz tehlikede olduğu anlamına geldiğini görmezlikten mi geleceğiz?
AKP iktidarının 4 yıllık icraatları (!) olan ekonomide, sağlıkta, eğitimde, enerjide, hukukta, kamuda…yaşanan olumsuzlukları; gençliğin, işçinin, memurun, emeklinin, yetimin, dulun, kimsesizlerin, engellilerin, yaşlıların, şehit ailelerinin, çiftçinin, köylünün, esnafın, iş dünyasının, sanayicinin feryatlarını; iç ve dış politikada (AB, IMF, Kıbrıs, terör, laiklik, millet tanımı, 1 mart teskeresi…) iktidarın gösterdiği duyarsızlıkları göz önüne alarak milletçe bir kere daha derinden düşünmemiz gerekmiyor mu? Hele bu zihniyetlerin Cumhurbaşkanlığı gibi yüce bir makama gelmesini onaylayacak mıyız? Hiçbir şey olmamış gibi sesiz mi kalacağız? Yurdumuzda ve dünyamızda olup bitenleri sorgulamamız gerekmiyor mu? Türkiye nereye gidiyor, nereye götürülüyor, kimler götürüyor diye sormayacak mıyız? Suskun mu kalacağız? Türkiye Cumhuriyeti’nin laik yapısı değiştikten sonra mı konuşacağız? Bölünmez bütünlüğümüz, bölündüğünde mi sesimizi çıkartacağız? İş işten geçtikten sonra mı tepki vereceğiz?...
Yakın gelecekte ülkemizi şimdinin gençleri yönetecek. İşte bu nedenle, böylesine önemli dönüşümlerin yaşandığı bir süreçte gençliğimizi ülke yönetimlerine ilgisiz bırakmak için iç ve dış güçler çeşitli oyunlar oynamaktadırlar. Çalışma hakları ve dolayısıyla ekonomik özgürlükleri ellerinden alınan gençleri düşünün. Okuyamayan ve sokakta bulunan gençleri, denetimsiz bir ortamda uyuşturucu batağına saplanan gençleri, okuyabilmek için tarikatların, cemaat vakıflarının yurtlarında avuç açmak zorunda bırakılan gençleri, magazinle uyutulan gençleri…Bu ortamı sağlayan, böyle olmasını planlayan dış ve iç güçler kendilerine bağımlı nesiller oluşturma çabası içindeler. Kendilerinin ürettiği her şeyi koşulsuz tüketen, etken değil edilgen kadrolar oluşturma çabası içindeler.
İşte bu noktada, Türk gençliğini bu edilgenlikten kurtarılmak yönünde gayret göstermek; geleceğimizi kurtarmak adına hepimizin görevidir. İlk öğretimden başlayarak onların önünü açacak, özgürce fikir üretmelerini sağlayacak, onlara özgüven aşılayacak eğitim politikalarını hayata geçirmemiz gerekiyor. İş hayatına atılacaklara istihdam olanaklarını emin ve güvenilir bir biçimde sunmamız gerekiyor. Ülkemizde uyuşturucu trafiğini ve şiddeti okullarımıza yerleştiren anlayışların ortadan kalkmasını sağlayacak atılımları gerçekleştirmemiz gerekiyor. Cemaat ve tarikat vakıflarının, gençler üzerindeki kuşatmasının süratle kırmamız gerekiyor. Üniversitelerimizi gerçekten “bilim yuvaları” haline dönüştürmemiz gerekiyor…Türk gençliğine Mustafa Kemal Atatürk’ün anlayışıyla sahip çıkmamız ve ona güvenmemiz gerekiyor…Bu düşünceleri benimsemiş bir anlayışı; Atatürk’ün anlayışını yeniden iktidar yapmamız gerekiyor!
Yaşadığımız olumsuzlukları ve gençlerin devrimizin popülerleri tarafından ne olarak görüldüğünü tartıştık birlikte. Oysa biz böyle mi başlamıştık çağdaşlık koşumuza? 19 Mayıs 1919; yani bir milletin uyanışının başlangıç tarihi; kimin bayramıydı? Atatürk kime emanet etmişti cumhuriyetimizi; geleceğimizi? Gençlik, Kemalist devrimin sürekliliğinin, tam bağımsızlığın garantisi değil miydi? Gençlik, en etkin, en öncü, en güçlü yanımız değil miydi?
Değerli okurlarım, bugün tartıştığımız tüm bu olumsuzluklara rağmen karamsar olmamamız gerekiyor. İnancım, içinde yaşadığımız, gençliği tüketici olmaya ve edilgenliğe; yani son tahlilde itaate indirgeyen bu yapıyı milletçe değiştireceğimizdir. Gençlerin değiştireceğidir. Zaten tüketim toplumu olmayı dayatanların, muhafazakarlığı edilgenliğe eşitleyerek politika yürüten iktidarın, ortaçağ kalıntılarının ve küresel çağın emperyalist güçlerinin en büyük ortak korkuları da budur. Gençlerin Atatürk ilke ve devrimlerinin mantığını kavramış, etik değerlerine sahip çıkan bir anlayışta yetişmesinden, ve demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletine devrimci bir anlayışla sahip çıkmalarından korkulmaktadır. Atatürk ilkelerini benimsemiş bir gençliğin, bağımsızlıkçı ve özgürlükçü niteliğinden korkulmaktandır. Hâlâ Atatürk’ten korkulmaktadır. Çünkü Atatürk gençliği, Mustafa Kemal’i anladıkça, yani küresel oyunların farkına vardıkça, tüketenlikten ve edilgenlikten kurtulacaktır. Gücünün, değerinin ve öneminin farkına varacaktır. Ne cilalı imaj devrinin tüketicisi olacaktır, ne canlı bomba. Ne devlete sızma aracı olacaktır, ne de emperyalistin paralı askeri. Ne mal olacaktır, ne sömürülen işgücü. Ne horlanan yanaşma olacaktır, ne de töre taşıyıcısı…Yurttaş olacaktır, üreten olacaktır, etkin olacaktır. Umut olacaktır...
“Bu ortam ve koşullarda bile” Türk gençliği tek bir oyun bile gücünü bilerek oyunları bozan, bu düzeni değiştiren olacaktır!
(Haber Ekspres, 23 Ocak 2007)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder