04 Şubat 2007

YAŞAMIN İÇİNDEN - ZAFER YAPICI

Bazen çocukluğumun o güzel günlerini hatırlarım. Tatlı bir tebessümle ve bir parça özlemle dalıp giderim o anlara bazen. Neden tebessümle ve özlemle anarım o yakın ama "milattan önce zamanları" bilir misiniz? Aslında hepiniz bilirsiniz...

Kiminiz çocukluğa özgü bir saflıkla, o 'bir varmış bir yokmuş zamanlarda' hep güzellikleri görürdünüz, kötülükleri ötelerdiniz diyebilirsiniz bana. Sonra da eklersiniz: Yıllardan bugüne hafızanızda kalanlar da hep o güzellikler olmuştur diye... Ya da, kiminiz çıkarsınız bir "zaman içinde yolculuğa", benimle aynı yelkenlide. Çocuk saflığına bürünürsünüz bir anda, ne kadar acımasız kılsa da hayat sizi yaşlandıkça. Ve sonra fark edersiniz değişimini alışkanlıkların, yitip gidişini eski zamanların, silinişini yürekten dostlukların, komşulukların, yoldaşlıkların... Yaşlı gözlerle bakmanın yetmediğini anlarsınız "dünyayı kurtaran adam" olmaya...

Sonra çevreye bakarsınız kiminiz. Ormanların yerini ağaçlara bıraktığını görürsünüz. Tek tük... Talan edilen sadece ormanlar mıdır oysa? Biz de talan edilmedik mi toplumca zamanında? Şimdi de, "ne bir orman gibi kardeşçesine" yaşayabiliyoruzdur, ne de "bir ağaç gibi tek ve hür"... Tahtadan gövdeleri beden yapmışızdır bazımız bireyci ve çıkarcı; sonradan görme ruhlarımıza. Kılınan sadece çocuk ruhlarımızın cenaze namazlarıdır...

"Bireyler topluluğumuz" içine kapanmıştır... Evini otel gibi kullanan, evden işe, işten eve gidenlerin dünyası olmuştur yaşadığımız. Komşuluk ilişkileri, iş ilişkileri, mesleki ilişkiler, toplumsal ilişkiler kaybolmuştur adeta.

"Cemaatleştirilemeyenler", sokulamayanlar yobaz kalıplara, etkisizleştirilmiştir duyarsız yaşam alanlarında. Bireysel çıkarın parıltısı iki, bilemediniz üç kişilik dünyalar yaratmıştır. İletişim sanallaşmıştır, yok olmuştur bir başka deyişle "sözde iletişim çağında"!

Sihirli kutular

Sokağa çıktığımızda ilk karşılaştığımız komşumuza "-günaydın, nasılsınız", üzgün birisini görünce "-neden üzgünsünüz? konuşabilir miyiz? yardım edebilir miyim?" demeyi çoktan bir kenara bıraktık. Yolda, trafikte yapılan hataları söylemeye bile cesaret edemez hale geldik. Söylesek dahi hiddete, şiddete maruz kaldık çoğunlukla. Tepkisizleştirildik. Galiba biz halk olarak uyutulmakla kalmadık, uyuşturulduk...

Ekonomik durumlar, sosyal ve kültürel durumları etkiledi. En çok etkileyen de şu her odamızı, her yaşam alanımızı zapteden sihirli kutular oldu. Televizyonlar ve bilgisayarlar bizi evlerimize kilitledi; birbirimizle son bağlarımızı da kesti. Pembe diziler, televoleler yeni rol kalıpları yarattılar, bizi bizden aldılar. Maçlar desen, hareketsizleştirdiler hepimizi. İnternet büyüttü iletişimsizliğimizi. Oysa, tuşlar yerini tutamazdılar sıcak bir selamlaşmanın...

Kapanırken içimize, bir kültürel hegemonya boğdu bizleri. Önce "yurttaşlığımızı" unutturmaya çalıştılar. Atatürk'ü unutturmaya çalıştılar, içeriden dışarıdan...Sonra, "ak, ak" diyenler daha da kararttı onurlu geleceğimizi. Üçkağıtçılar kahramanları oldular yalan düzenin. Paralara, ödüllere, itibarlara boğuldular. Güneşimizi çaldıklarını sandılar...

Her şeyimizi çaldılar ama, güneşimizi çalamadılar. Yüreğimizin bir yerinde büyüttüğümüz güneşimizi. Çalamadılar... Çünkü zamanında "aydınlığın" ne olduğunu çok iyi öğrendik biz, Atamızdan, Mustafa Kemal'imizden... Nereden geleceğini ışığın en iyi biz bildik "çocuk ruhlarımızla"...Karanlığın ne olduğunu en iyi biz anladık...

Eylem zamanı

Şimdi toplum olarak bu düzeni değiştirmek, öncelikle de iletişimimizi sağlamak durumundayız. Buna mecburuz. Ülkemizde, dünyamızda olan biteni izlemek, konuşmak, yorum yapmak, teori oluşturmak, karar almak zorundayız. Eyleme geçmek zorundayız aydınlığımıza yeniden kavuşma yolunda...(Cumhurbaşkanı'nın yeni kurulacak meclis tarafından seçilmesi için, erken genel seçimin yapılmasını sağlamak için... Birey olarak, sivil toplum olarak, basın olarak, medya olarak, gündem yaratmak; eyleme geçmek zorundayız.) "Halk" olarak birlik olmak zorundayız. Bunu, geleceğimiz olan çocuklarımız, torunlarımız için yapmak zorundayız daha da geç kalmadan. Güler yüzlü, saygılı, hoşgörülü, şiddetten uzak ortamlarda filizlenecek, barışı özümsemiş aydınlık ve onurlu geleceği oluşturmalıyız elele...

İçimizde var olan ama bir türlü çıkarmaya cesaret edemediğimiz güzelliklerimizi, şimdi çıkarmayacağız da ne zaman çıkaracağız? Gün bugündür. Aşağıda "günün menüsü" olan güzelliklerimizi yani insanlığı; "aydınlık ve onurlu bir gelecek yaratırken birlikte" paylaşmak ümidiyle...

Günün menüsü

Malzemeler:
Bir ölçek "Merhaba-Günaydın-Hoşgeldiniz"
İki ölçek "İyi günler", "Nasılsınız?"
Üç ölçek "Seviyorum", "Özür diliyorum", "Teşekkür ediyorum"
Birazcık "İlgi"
Bir tutam "Anlayış"
Bir tatlı kaşığı "Tolarans"

Hazırlanışı:Bu malzemelerin tümünü iç dünyanızdan alınız.Yıkamanıza gerek yok, tertemizdir. Gönül teknenize tüm malzemeleri koyup, yavaşça karıştırın. Kokusu her yanınıza sinince, içine duygu şerbeti ekleyin ve karıştırın. Biraz sonra karışımı hayat tabağına yavaşça boşaltın. Ve üzerini sevgi marmeladı ile süsleyin. Daha sonra gökkuşağının renklerinden birkaç parça serpiştirin. Gün boyunca afiyetle yiyin. Ama sadece siz yemeyin, herkese yedirin...

Menünün adı: "İNSANLIK"

(Haber Ekspres, 19 Aralık 2006)

Hiç yorum yok: