Milli Eğitim Bakanlığı'nın 2003'ten bu yana Talim Terbiye Kurulu'nda yaptığı değişikliklerin sonucunda kurulun işlevinden uzaklaştırıldığı ve günlük siyasetin içine sokulduğu bir gerçektir. Bu süreçte 15 kurul üyesinden 14'ü ile 167 uzman ve öğretmen kuruldan uzaklaştırıldı. Öğretmenlerin birçoğunun mahkeme kararıyla geriye dönmesine rağmen, bu kişilere görev verilmedi. Ayrıca, AKP iktidarı Milli Eğitim Temel Kanunu'nda 2003'te yaptığı değişiklikle, okullara girecek kaynak kitaplar konusunda Talim Terbiye Kurulu'nun denetim yetkisini kaldırdı. 1 Eylül 2006 tarihli yönetmelikle ise, ders kitaplarının incelenmesi Milli Eğitim Bakanlığı'ndaki birimlere, genel müdürlere bırakıldı. Böylelikle Carlo Collodi'nin dünyaca ünlü masalı "Pinokyo" bile tahrif edilerek "Allah razı olsun diyen Pinokyolar" okul sıralarında yer almaya başladı. Dinselleşmeye okul sıralarından itibaren pirim verilerek, bir toplum mühendisliği projesi uygulamaya koyuldu.
Bu noktada halk olarak sormamız gereken sorular şunlar: Talim Terbiye Kurulu'ndaki kadrolaşma ve kitap inceleme yetkilerinin değiştirilmesi, milli eğitimin laik eğitimden uzaklaştırılma planlarının temelini oluşturmuyor mu? Bu planların temelinde AKP iktidarının kadroları, öğretmenleri ve programları kendi ideolojisine göre kullanması yatmıyor mu?
17. Milli Eğitim Şurası'na gelen önerilere küçük bir bakış bile bu soruların cevaplarını veriyor. Şura'da illerde eğitimden sorumlu vali yardımcıları tarafından kurulan komisyonlarda eğitimcilerin (!) önerileri toplandı. Genel olarak din kültürü derslerinin arttırılması, imam hatip liselerinin "genel lise" kapsamına alınması, seçmeli Kuran derslerinin konulması, 19 Mayıs ve 23 Nisan törenlerinin süre olarak kısaltılması, 8 yıllık eğitimin bölünmesi...şeklindeki öneriler bunlar. Hepimizin görebildiği gibi bu öneriler eğitim sistemimizin yapısal sorunlarını çözmekten uzak olup laik eğitime dinsel içerik kazandırmaya hizmet ediyor.
Kadrolaşma sürüyor
Bu "danışıklı önerileri" kurumsallaştırmaya yönelik yeni adımlar atıldı Şura'da. Zaten yapılanlar da ortada değil miydi? 2005-2006 döneminde 458 imam hatip lisesi ile bunlara bağlı 4 bin 606 şubede toplam 108 bin 64 öğrenci öğrenim görürken, Kuran kurslarının öğrenci sayısı 154 bine yaklaştı. İlköğretim 5. sınıfı bitiren öğrencilerin katıldığı yaz Kuran kurslarına da haziran ayında toplam 1 milyon 473 bin öğrenci kayıt yaptırdı. Türk Milleti olarak bunları görmezlikten gelebilir miyiz?Değerli okurlarım yukarıda aktardığım gibi öneriler şimdiye kadar cumhuriyet tarihimizde olmuş mudur? Şu yaşadığımız, milli eğitim sistemimizi laik eğitimden uzaklaştırma süreci değil midir? Ve düşünülmesi gereken; bu önerileri getirenlerin Milli Eğitim içinde ne derecede kadrolaştıkları değil mi? CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, Şura'nın "seçime giderken siyasi amaçlara uygun bir şekilde Türk Milli Eğitimi'nin yaz boz tahtası haline dönüştürülmesine yönelik kamuoyu oluşturma girişimi" olduğunu vurguladı. Baykal konuşmasına şöyle devam etti: "Bu geri tepmiştir. Kamuoyumuz artık böyle tepkilerden hoşlanmıyor. Açık, net, gerçek sorunları çözecek yaklaşımlar bekliyor. Türkiye'de çocuklarımızın her düzeyde gereken biçimde eğitim almadığı çok açık bir şekilde ortadır... Türkiye'nin en önemli atılımı, reform bekleyen konuların başında milli eğitim geliyor. Ama maalesef Milli Eğitim Bakanımız bu işlerle uğraşmıyor, şuralar da siyasi amaçlı oluşum arayışı içinde. Bütün teşkilatları buna alet ediyor, üzüntü verici manzara. Bugünkü şuranın hedefi, amacı; maalesef eğitimi kendi siyasi bekleyişlerine göre yeniden yapılandırmak, seçim öncesi siyasi talepleri doğrultusunda eğitimi şekillendirme girişimlerinde bulunmak... Manzara bu".
Bilim kurulu
Değerli okurlarım, Milli Eğitim Bakanlığı'nı gerçekten milli, laik, çağdaş, Atatürkçü eğitim veren bir kurum haline dönüştürme ihtiyacı vardır.
Atatürk eğitim ilkelerini açıklarken eğitim ulusal, bilimsel, laik, karma ve uygulamalı olmalıdır demişti. Atatürk; 16 Temmuz 1921 tarihinde Ankara'da toplanan Maarif Kongresi'ni açış konuşmasında: "Bugüne kadar izlenen eğitim ve öğretim yöntemlerinin, milletimizin gerileme tarihinde en önemli etken olduğu kanaatindeyim. Onun için milli eğitim programından bahsederken eski devrin hurafelerinden, toplumsal yapımızla hiç de ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, Doğu'dan ve Batı'dan gelebilen tüm etkilerden tamamen uzak, milli özelliklerimizle ve tarihimizle bağdaşabilen bir kültürü kastediyorum" demişti. O dönemin Milli Eğitim Bakanlığı ülkenin tanınmış eğitimcilerini 15 Temmuz-15 Ağustos 1923 tarihinde Ankara'da toplantıya çağırarak ülkenin eğitim sorunlarına çözüm aramıştır. Bu "Birinci Bilim Kurulu"dur (Heyet-i İlmiye). Bilim kurulu üyeleri; eğitimde iki başlılığa açık bir örnek olarak medreseli-mektepli ayrımını tüm çıplaklığı ile ortaya koymuşlardır. Bu yaklaşım, Öğretim Birliği Yasası'nın çıkmasına çok önemli bir gerekçe oluşturmuş ve medrese-mektep ikilemi böylelikle ortadan kaldırılmıştır.
Karanlığın derinlikleri
Atatürk'ün 1922 yılında Bursa'da öğretmenlere yaptığı konuşmada: "... Memleketi, milleti kurtarmak isteyenler için yurtseverlik, iyi niyet, özveri gerekli olan niteliklerdendir. Fakat bir toplumdaki hastalığı görmek, onu tedavi etmek, toplumu yüzyılın gereklerine göre ilerletebilmek için, bu nitelikler yeterli değildir; bu nitelikler yanında ilim ve irfan gerektir... Milletimizin siyasi ve toplumsal hayatında, milletimizin fikir terbiyesinde de rehberimiz bilim ve fen olacaktır... Mektebin vereceği ilim ve fen sayesindedir ki, Türk Milleti, Türk sanatı, iktisadi hayatı, Türk şiiri ve edebiyatı bütün mükemmelliği ile gelişir" sözleriyle yaklaşımını açıkça ortaya koymuştur. Bu ilkeler Kemalist eğitim politikasını şekillendiren ilkeler olmuştur.
İşte yukarıda anlatmak istediğim, Atatürk'ün laik eğitime verdiği önem ve bu konuda en duyarlı siyasal parti olan CHP'nin yaklaşımı ile, bugünkü AKP iktidarının milli eğitime verdiği önemi kıyaslamak ve laik eğitime dinsel bir içerik ekleme çabalarını gözler önünü sermekti.
Artık demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ne sahip çıkıp, Cumhurbaşkanlığı makamına AKP zihniyetinin yerleşmesine engel olmamız, genel seçimlerde de bu zihniyete geçit vermememiz; çocuklarımızın ve torunlarımız aydınlık geleceği için, bu gerici zihniyeti karanlığın derinlerine göndermemiz gerekmiyor mu? "Ulusal bilincin karşısındayım" diyebilen ve bunu kameralar karşısında tekrarlayan Milli Eğitim Bakanı, nasıl oluyor da bakanlığının önünde "milli" yazan bir makamda oturabiliyor? Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlık makamına oturacak olanlar, Atatürk ilke ve devrimlerine inanan, demokratik laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'ni ve anayasal ilkelerini benimseyen, koruyan, kollayan ve yücelten kişiler olmalıdır. Bunun için, dünyanın en güçlü silahı elimizde. "Güçlü kamuoyu yaratma" ve "oy" gücümüzü kararlı bir şekilde çok geç kalmadan kullanmalıyız!
Haydi, hep beraber aydınlık güzel günlere doğru, el ele, omuz omuza!
(Haber Ekspres, 21 Kasım 2006)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder