04 Şubat 2007

DEMOKRASİ AMAÇ MI, ARAÇ MI? - ZAFER YAPICI

Değerli okurlarım, halkı değil AB'yi yüksek sadakat odağı haline getirip, iç politik gündemlerini AB dayatmaları üzerinden meşrulaştırmaya çalışan siyasal iktidar, ulusal çıkarlarımızın ürettiği "kırmızı çizgilerimizi" bir bir ihlal ediyor. Eşzamanlı olarak, "üstün değerler" olarak sunulan Batı'nın siyasal sisteminin ardında gizli "ekonomik dönüşüm programlarıyla"(!), Cumhuriyet kurumlarının işlevsizleştirilmesi sürecini de itirazsız kabul ediyor...Diğer taraftan, Büyük Ortadoğu Politikası'na eklemlenme çabalarıyla ABD'ye göz kırpıyor.

Böyle bir süreçte, kimi kesimler Batı'yı AB ve ABD olarak ikiye bölerek analiz etme yolunu seçiyor. Birinci grup içinde yer alanlar tarafından AB, ABD "kötüsü" karşısında bir dış politika alternatifi, "bir demokrasi adacığı" ve "mutlak iyi" olarak sunuluyor. Bir başka ifadeyle bu kesimler ABD karşıtlığını AB üzerinden kuruyor. "İdeal", AB üyeliği gibi dar bir zemine sıkıştırılıyor. İkinci grup ise, AB'nin dayatmaları karşısında, tek alternatifin "eski dost" ABD'ye dönmek olduğu fikrini işlemeye hazırlanıyor. Büyük Ortadoğu Projesi'ne ortak olma gayretleri işte bu düşünceden destek alıyor. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak gibi...

Demokrasi ihracı

Aslında bu iki görüş de birbirini destekliyor. Açıkça ifade etmek gerekirse, alternatif olarak sunulan AB ve ABD yandaşlığı aslında bir paranın iki yüzünü oluşturuyor. Bu görüş, ABD'nin ve AB'nin hangi yollarla bugünkü güçlü konumlarına ulaştıklarının bilinmesiyle daha çok haklılık kazanıyor.

Değerli okurlarım, AB ülkelerinin ve ABD'nin bugünkü güç ve zenginliklerinin kaynağı yüzlerce yıl öncesinden başlayıp şimdiye dek süren; mazlumların emeklerinin ve ülke zenginliklerinin sömürüsü değil midir? Günümüzde bu ülkeler, sömürgeci yollarla elde ettikleri güç ve zenginliklerini bir baskı aracı yaparak; kendi bakış açılarını demokrasiye monte ederek; demokrasiyi bir amaç değil araç olarak kullanarak istediklerini yapmaktadırlar. Demokrasi ancak ve ancak benim gibi (güçlü ve zengin) ülkelerin tanımladığı şekilde anlaşılmalıdır demektedirler. Bu anlayışlarını önce yandaşlarına, sonra da baskı ve tehditle diğer ülkelere kabul ettirmeye ve ihraç etmeye çalışmaktadırlar.

Tedirgin oldular

Böyle baskıcı bir yol izlemelerinin en önemli nedenlerinden biri; sömürüye dayalı tarihlerinin ağır yükünün getirdiği tedirginliktir. Bir başka ifadeyle, bu devletler kendi tarihleriyle yüzleşmeden korkmaktadırlar. Daha da ötesi, yarattıkları tarihlerdeki gerçekliklerin, sömürülenlerin bilinçli eylemleriyle değiştirilmesinden korkmaktadırlar. Statükonun, sömürülenler lehine değiştirilmesinden korkmaktadırlar. Bu korkuyu hafifletmek için, emperyalizm karşıtlığının kalesi olarak görülen hareketleri/devletleri çoğu zaman içine insan hakları konusunun serpiştirildiği suçlamalarla köşeye sıkıştırmaya çalışmışlar, "insan hakları ihlalleri" konusunda "öteki dünyadan" suç ortakları yaratma gayretine girmişlerdir.

Bu yaşam koşullarında kim emperyalizme, sömürüye, gericiliğe, ayrıcalıklara ve eşitsizliğe başkaldırsa veya emperyalizm karşıtı bir ideoloji ile yaşamaya kalksa, onu yok etmenin yollarını aramışlardır. İşte Kurtuluş Savaşı veren Türkiye örneği: Türkiye; cumhuriyeti, laikliği ve demokrasiyi kucaklayarak bugünkü durumuna Kemalizm sayesinde gelmiştir. Bu ulusal eylem ve ideoloji sömürülen ülkeler tarafından kabul görmüştür. Bu ideoloji yükselmeye başlayacaktır diye, tüm emperyalist ülkeler tedirgin olmuşlardır. Diğer ülkelere örnek olur diye telaşa kapılıp, Kemalizm'i yok etme çabası içine girmişlerdir.

Milleti uyarıyorlar

Türkiye'yi parçalamak için iç ve dış düşmanlar şimdi de görev başındalar. İşte son örneği: Fransa'nın Sözde Ermeni Soykırım Yasası.(!) Bu girişim, "ben ve benim almayışımda olanlar isterlerse bir milletin tarihini bile değiştirir" mantığının bir uzantısı değil midir? Bu yol, tarih ve tarihçilere de soykırım yapmak değil midir? Peki, Cezayir'de 1.5 milyon kişiye yapılan ne? Tunus'ta, Gabon'da, Çad'da, Cibuti'de, Burkina-Faso'da, Benin'de, Gine'de, Kamerun'da, Komor Adaların'da, Moritanya'da, Nijer'de, Senegal'de Fransa'nın yaptığı katliamlar, dil, din, kültür değiştirme baskıları...Bunlar ne?...Kalkacaksınız "dünyanın en gelişmiş ülkeleriyiz, demokrasinin beşiği biziz, hak ve özgürlüklerin kullanıldığı ülkeler bizleriz..." diyeceksiniz ve arkasından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin düşünsel temellerini oluşturacaksınız. Ama uygulamalarınız ortada. Gerçek ortada. Irak ortada, Cezayir ortada, Tunus... ortada. Artık kral çıplak! İşte Türkiye'de de Cumhurbaşkanı, ana muhalefet partisi CHP, Kuvvet Komutanları, Genelkurmay Başkanı, üniversiteler neden seslerini yükselttiler? Neden Türk Milletini uyarma gereği duydular?

Yeni sömürgeciler

O İnsan Hakları Beyannamesi'nin düşünsel temellerini oluşturanlar, hem kendilerine, kendi yurttaşlarına, hem anayasalarına ve diğer ülkelere karşı suç işlediler. Hukuku hiçe saydılar. Yeni sömürgeci anlayışlarıyla şekillendirmeye çalıştıkları ülkelerde, kurdukları dünya sistemi modellerine uygun, bu amaca hizmet eden iktidarlar oluşturmaya çalıştılar. Bu ülkelerin emperyalizme karşı mücadeleden oluşan şanlı tarihlerini, soykırım, ırkçılık vb. savlarla gerek ülke yurttaşları, gerekse uluslararası toplum düzeyinde küçültmeye kalktılar. Böylelikle yeni emperyalizmin yeşermesine uygun bir zemin buldular.

Şimdi küresel düzenin gerektirdiği gibi düşünenlerin ezberini bozmak gerek. Görüşümüz açık: dünyada gerçek demokrasi; cumhuriyetin, laikliğin olduğu yerde gelişecektir, güzelleşecektir, güçlenecektir. Dünya emperyalistlerinin korktuğu en temel unsurlardan biri, halkını ezdirtmeyen, ülkesini soydurtmayan, devletini böldürtmeyen bir yönetim anlayışı ile "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" şiarının temel kaynağı olan Kemalizm ve onun ilkeleridir. Gerçek demokrasi, bu ilkeleri sahiplenmekten geçer. Demokrasiyi araçlaştıran emperyalistlerin yanına bir de içeriden Batı çıkarlarına karşı "ılımlı sözde demokratlar" eklemekten değil!

(Haber Ekspres, 24 Ekim 2006)

Hiç yorum yok: