04 Şubat 2007

İŞTE SİYASAL DEMOKRASİ! - ZAFER YAPICI

Demokrasi, halkın kendi siyasal, ekonomik, sosyal ve kültürel sistemlerini belirlemek için iradesini özgürce ifade etmesine ve yaşamının tüm yönlerine tam katılımına dayanır.

Değerli okurlarım, demokrasinin üç boyutu vardır. Bunlardan birincisi siyasal boyutu yani siyasal demokrasi; ikicisi ekonomi boyutu yani ekonomik demokrasi; üçüncüsü ise hukuk boyutu yani hukuksal demokrasidir (hak ve özgürlükler, insan hakları). Gerçek demokrasiye bu üç boyutun dikkate alınması ve uygulanmasıyla ulaşılır.

Demokrasinin siyasal boyutu olan siyasal demokrasiye baktığımızda bu unsurun olmazsa olmazlarının katılımcılık (katılımcı demokrasi) ve çoğulculuk (çoğulcu demokrasi) olduğunu görüyoruz. Katılımcılık ve katılımcı demokrasi ne demektir? Katılımcılık, siyasal iktidarın sivil topluma yayılmasına; bireylerin ve sivil toplum örgütlerinin siyasal kararların alınışına etkin bir biçimde katılmasına olanak tanıyan anlayıştır. Katılımcılıkta, merkeziyetçilikten uzaklaşma vardır. Katılımcılık anlayışına dayanan demokrasilere de, katılımcı demokrasi denilmektedir. Çoğulculuk ve çoğulcu demokrasi ne demektir? Çoğulculuk, toplumda birbirinden farklı görüş ve düşüncelerin özgürce ifade edilmesine ve bunların çevresinde örgütlenilebilmesine olanak tanıyan yönetim anlayışıdır. Bu anlayışa dayanan demokrasilere ise, çoğulcu demokrasi denilmektedir. Toplumumuzun zenginliği olan ırk, din, mezhep ve etnik köken farklılıklarına, "ulusun ve ülkenin bölünmez bütünlüğü ilkesi" doğrultusunda; çoğulculuk ve eşitlik anlayışıyla ve hoşgörüyle yaklaşılmasıdır. Her toplumsal sınıfın/grubun kendi toplumsal projelerini siyasal zemine taşımasına, bu zeminde örgütlenmesine ve siyasal iktidar için yarışmasına olanak tanınmasıdır.

Toplumdan kopma

Şimdiye kadar iktidarların birçoğunun yerleştirmeyi denemeye bile cesaret edemedikleri siyasal demokrasi konusunda çok önemli bir yaklaşım CHP tarafından işlenmekte. 1 Haziran 2001 tarihinde CHP Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu'nun kuruluşunda konuşan CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, aşırı profesyonelleşmeye dikkat çekerek siyasal demokrasi adına şu saptamada bulunmuştu: "Siyaset sadece profesyonel siyasetçilerin yaptığı bir iş haline dönüştü... Siyaset bütün toplumun işidir, bütün ülkenin işidir, öyle olmalıdır. Öyle olması güvence altına alınmalıdır... Türkiye'de siyasetin giderek halktan, toplumdan koptuğunu ve dar bir siyasetçi kadrosunun, profesyonel bir siyasetçi kadrosunun uğraşı haline dönüştüğünü üzüntüyle görüyorum. Bunu değiştirmek zorunda olduğumuza inanıyorum". "Gerçek demokrasinin" kurumsallaşması adına Sayın Deniz Baykal'ın sunduğu, her aşamasında "halkın" olduğu çözüm yolu ise şuydu: "Türkiye'nin sorunlarını çözmek için herkesin birikimini, yeteneğini, uzmanlığını seferber etmesine olanak vermek, siyasete yeni kanallar açmak, siyasetin çerçevesini genişletmek lazımdır. Bunun için de, Türkiye'de profesyonel siyasetçilerin dışında belli bir birikimi yansıtan, ülke sorunlarına emek vermiş, alın teri akıtmış, bu konular üzerinde düşünmüş-taşınmış insanların, birikimlerini ülke sorunlarının çözümüne aktarmalarına yardımcı olacak siyasi açılımları gerçekleştirmeliyiz." Sayın Baykal, bu yaklaşımıyla, siyasal demokrasiyi gerçekleştirmek için Türkiye'nin, halk için halkla beraber yönetilmesi gereğini açıkça ortaya koymuştur.

Açık söz

Bu önemli yaklaşımın kurumsallaşması yönünde CHP tarafından atılan son adımlardan biri ise 26 Kasım 2006 tarihinde Ankara'da düzenlenen Esnaf Kurultayı oldu. CHP tarafından düzenlenen Esnaf Kurultayı'na 81 ilden değişik siyasi görüşlere sahip 4 milyon esnafın (aileleriyle birlikte yaklaşım 15 milyon kişi) temsilcilerinin yoğun katılımı siyasal demokrasi ve ülke geleceği adına umutlarımızı arttırıyor. Esnafın bu kurultaya büyük destek vermesi, bir güç oluşturması; gelecek için, Cumhuriyet için, demokrasi için, laiklik için, halkçılık için, ulus devlet için, üniter devlet için, hukuk devleti için, sosyal devlet için, toplumsal kararlılık zincirini büyütüyor.

CHP'nin bu yönde başka bir girişimi de "Çiftçiye-Köylüye CHP Sözü" adı altında çiftçinin ve köylünün tüm sorunlarını yerinde köylüyle, çiftçiyle inceleyerek çözüm önerilerini 52 madde halinde sunduğu proje oldu. "Çiftçiye-Köylüye CHP Sözü", 52 maddede yer alan toplumsal istemlerin, CHP iktidarında yerine getirileceğin açık sözünü veriyor.

Halkın sorunlarını halkla beraber çözme yönündeki bu irade de halkçı politikaların ve siyasal demokrasinin bir uygulaması değil midir? CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal: "siyasi yaşamımızda bir ilk gerçekleşti... Bu girişimimiz, bir yeni siyaset anlayışını ortaya koymuştur, yani bu yaklaşımımızla biz, siyaseti toplumsal bir zemin üzerinde, toplum kesimleriyle doğrudan doğruya bire bir ilişkiye girerek, onları harekete geçirerek, onlarla dayanışma içinde yürütme anlayışımızı somut bir uygulamayla yürürlüğe koymuşuzdur... Bunu yeni siyaset döneminin önemli bir işareti olarak dikkatinize sunuyorum. Önümüzdeki dönem, siyaset böyle şekillenecektir" demekle cumhuriyeti, laikliği ve demokrasiyi halkla beraber, el ele verip, dayanışma içerisinde çoğulculuğa ve katılımcılığa önem vererek savunma konusundaki kararlılığını ortaya koyuyor. Diğer yandan CHP'nin "halkçı" politikalarla Türkiye Cumhuriyeti'ni çağdaş medeniyet seviyesine yükseltme konusundaki iradesini yansıtıyor.

Yol ayrımındayız

Değerli okurlarım, hepimiz, günlük yaşantımızda, halkın çıkarını dışlayan ekonomi politikalarının etkilerini hissediyoruz. İşçi, memur, köylü, esnaf, emekli, işsiz... Yani halk! Hepimiz bu vurgun ekonomisinin; sosyal devlet anlayışını hiçe sayan neo-liberal ekonominin mağdurlarıyız. Talanlar ve yıkımlar, "yeni liberalizm" sözcüklerinin çekiciliğinin ardına gizleniyor, iktidarın kendine yakıştırdığı (ancak hiç yakışmayan) ad gibi "ak"lanmaya çalışılıyor. Bu bağlamda Server Tanilli'nin geçenlerde yayınlanan "Yeni Liberalizm Denen Sahtekarlık..." makalesinin başlığı Türkiye gerçeğini de yansıtmıyor mu? Böyle bir sahtekarlığı tereddütsüz sahiplenmek, halka karşı siyaset yapmak değil midir? Burada sizlere anlatmak istediğim, halkla beraber siyaset yapmanın ne demek olduğunu analiz ederek, halka rağmen siyaset yapan AKP anlayışına vurgu yapmak, siyasal demokrasinin çoğulcu ve katılımcılığının önemini gözler önüne sermekti.

Değerli okurlarım, Türkiye yol ayırımındadır. Cumhurbaşkanlığı seçiminin ne kadar önemli olduğunu defalarca yazmıştık. Bıkmadan, usanmadan, yılmadan tekrar yazacağız. Cumhuriyete, laikliğe ve demokrasiye sahip çıkmak, geleceğimize sahip çıkmak, Atatürk ilke ve devrimlerini korumak, kollamak ve yüceltmek, gerici zihniyetlere boyun eğmemek için, tüm duyarlı halkımızı ve sivil toplum kuruluşlarımızı göreve davet ediyoruz. Gazetemiz yazarı Sayın Prof.Dr.Tülay Özüerman'ın dediği gibi; "Var mısınız Çankaya nöbetine? Tıpkı sınırda bekleyen bir er gibi...Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk'e, onun aydınlığına yakışır evlatlar gibi dizilmeye? Türkiye oturacak Çankaya'ya...Türkiye..." Var mısınız?...
(Haber Ekspres, 5 Aralık 2006)


YAŞAM KAYNAĞIMIZ ORMANLARIMIZ - ZAFER YAPICI


İlkel toplumdan bilgi toplumuna uzanan gelişim-dönüşüm süreci; toplumsal, ekonomik, teknolojik, yönetsel ve siyasal nitelikli çok sayıda kazanım yanında, gelecek kuşaklar adına çözümlenmesi zor ve belirsiz bir dizi sorun üretti. İki temel ilişki biçimi olan insan-doğa çelişkisi ve bunun sonucunda ortaya çıkan insan-insan çelişkisi, toplumsal değişmenin yaratıcı öğeleri olurken, özellikle çevresel sorunların da habercisi oldu. Bir örnekle ifade edelim: Daldan yiyecek toplamak insan-doğa çelişkisinin başlangıcını oluşturdu. Yani, insanın doğayı denetim altına alma isteminin ilk örneğini oluşturdu. Hemen ardından, daldan toplanan yiyeceklerin biriktirilmesi aşamasına gelindi. İşte böylece insan-insan çelişkisi başladı: Depo edilmiş malı olanlar ve olmayanlar sınıf olgusunu çağrıştırır biçimde bu çelişkinin başlangıç noktasını oluşturdu. Üretimin başlangıcı ve çok sonraları ulaşılan sanayi toplumu aşaması iki türden çelişkiyi de büyüttü. Toplumsal değişme sözcüğüyle ifade ettiğimiz biçimde teknolojik değişmeler insanlar arasındaki ilişkileri değiştirirken, özellikle çevre konusundaki sorunlar da, hem teknolojik hem toplumsal değişmeye - bir diğer açıdan, ekonomik, siyasal ve toplumsal yozlaşmaya - bağlı olarak büyüdü.

Bu sorunlar nüfus artışı, tarım alanlarının bozulması ve daralması, ormanların katledilmesi ve küçültülmesi, bitki ve hayvan türlerinin giderek yok olması, su kaynakları rezervlerinin düşmesi ve kirlenmesi ve atmosfere bırakılan gazlar ana başlıklarıyla anlatılabilir. Tüm bunlar, insanlığın geleceğini ağır riske sokmuş; yaşananların sonucunda küresel ısınma ve iklim değişikliği olgusu dünyamızı tehdit eden en büyük çevre sorunlarından biri haline gelmiştir.

Yaşam hakkı

Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin getireceği sonuçlar ise; kara ve deniz buzullarının erimesi, kar ve buz örtüsünün alansal daralması, deniz seviyesinin yükselmesi, kıyı ekosistemlerinin olumsuz etkilenmesi, kuraklık ve sele maruz kalan bölgelerde tarım ve mera bölgelerinde azalma, iklim kuşaklarının yer değiştirmesi ve yüksek sıcaklıklara bağlı salgın hastalıkların artması gibi sosyo-ekonomik sektörleri, ekolojik sistemleri ve insan yaşamını doğrudan etkileyecek önemli değişiklere işaret etmektedir.

Değerli okurlarım; toprağımız, havamız ve suyumuz, bir diğer ifadeyle yaşam kaynağımız gittikçe kirlenmekte ve daralmaktadır. Bizler; bireyler ve sivil toplum örgütleri olarak bu ve bunun gibi çevre sorunlarına ne yazık ki yeterli duyarlılığı göstermemekteyiz. Dünyayı yönetenler de Türkiye'de iktidar olan zihniyet de bu konulara duyarsız kalarak gelecek kuşakları ihmal etmekteler. Beslendiğimiz toprak, nefes aldığımız hava ve içtiğimiz su kirlenmekte ve kalitesi azalmaktadır. 'İnsan'ın en temel hakkı olan "yaşam hakkı" da böylelikle elinden alınmaktadır. Bu üç yaşam kaynağımıza sahip çıkmak için hepimize çok büyük görevler düşmektedir.

Yaşadığımız çevresel nitelikteki tüm sıkıntıların ana nedenlerinden biri de ormanlarımızın katledilmesidir. Değerli okurlarım, ekolojik dengenin ve yaşam kaynağımızın özü olan ormanlarımız önemi konusunda biraz bilgi vererek, bu yargımızı pekiştirelim. Ormanın dört önemli faydası vardır. Bunlar ekolojik, toplumsal yaşantı, estetik ve çevre yönlerinden değerlendirilebilir.

Oksijen kaynağı

Ormanın ekolojik yönden önemi: Orman erozyonu önler. Çığlara engel olur. Kum ve toz taşımalarına engel olur. Suların akışını ve kalitesini düzenler. Rüzgarın hızını azaltarak, toprağın sürüklenip gitmesine mani olur. Toprağı gölgelediğinden yüksek sıcaklıklara engel olur, bu sayede toprağın neminin kaybolmasını önler. Toplumsal yaşantı yönünden ormanın önemi: Ruhsal ve fiziksel gücümüzü yenileme imkanı sağlar. Orman ürünlerinden faydalanma olanağı sağlar. Estetik katkı yönünden ormanın önemi: Kent ve yakın yerlerdeki ağaçlıklar ve ormanlar kentliler için hem huzur kaynağıdırlar hem de estetik güzellik ve rahatlık verici bir görünüm sağlarlar. Çevre yönünden ormanın önemi: Havanın tozlarını süzerek hava kirliliğini azaltır (doğal filtre görevi görür). Karbondioksiti alarak oksijen verir. Kara bitkilerinin havadan aldığı tek besin maddesidir karbondioksit. Bitki yapısının yüzde 40'ını havanın içindeki karbondioksiti oluşturur. Ağaç ve ormanlar oksijenimizin 2/3'sini üretmektedir (yani oksijen fabrikasıdır). Çam ormanlarının oksijen üretimi yılda hektar başına 30 ton, yapraklı ormanların oksijen üretimi 16 ton, tarım bitkilerinin oksijen üretimi 3-10 tondur.

Orman talanları

Değerli okurlarım, havamızın, suyumuzun ve toprağımızı kirlenmesini istemiyorsak yeşile önem vermemiz ve ormanlarımızı korumamız, çoğaltmamız gerekir. Hepimizin geleceğimiz olan çocuklarımıza bırakacağımız en büyük yaşam mirası budur. Bakınız, 0.6 Mw gücünde 1 türbinli, kömürle çalışan bir termik santralin doğaya bıraktığı karbondioksit gazını oksijene çevirmek için, 86.000 ağacın dikilmesi gerektiğini biliyor muyuz? (bu orantı ile örnekleri çoğaltabiliriz). Başka bir örnek: Büyük bir kayın ağacının, 72 kişinin bir günlük oksijen ihtiyacını karşıladığını biliyor muyuz? İnsanlar ilkel yaşamdan günümüze ormanları yok ederek ekolojik dengenin bozulmasına suç ortağı olmuşlardır. Bunun sonuçlarını da yavaş yavaş görmekteyiz. Yani doğa kendisine yapılan bir ihaneti asla unutmaz; zamanı gelince mutlaka intikamını ağır bir biçimde alır. İşte bazı örnekler: Doğal afetlerin yanı sıra, Türkiye'de toplam 198 hayvan ve 2 bin 746 bitki türü yok olma tehdidi altında. 15 memeli, 46 kuş, 18 sürüngen, 550 bitki, 8 balık, 1 kurbağa, ve 1 kelebek türü yok olmak üzere. Telli turnalardan da sadece 11 tane kaldığı sanılıyor. Urfa bozkırında 100'den az ceylan kaldı. Ülkemizde toprakların 2/3'sinin su veya rüzgar erozyonunun etkisi altında olduğunu ve her yıl 1 santimetre kalınlığında ve Kıbrıs Adası büyüklüğünde toprağımızın erozyonla yok olduğunu biliyor muyuz? Doğaya atılan atıkların yüzde 60'ının boya ve boya ürünleri olduğunu biliyor muyuz?

Değerli okurlarım, ülkemizde ve kentimizde bu olumsuz durumları yaşamamak için havamızı, toprağımızı ve suyumuzu kirleten nedenleri ortadan kaldırma iradesini gösterirken, (yönetimler ve halk olarak) bir taraftan da ağaçlandırma ve ormanlaştırma çabalarımızı sürdürmeliyiz. Oksijen üreten fabrikalarımız olan ormanlarımızı hızla çoğaltarak, geleceğimiz olan çocuklarımıza en büyük emaneti bırakmalıyız. Zehirli varillerle, asbestli gemilerle, altından siyanürlerle, orman arazilerinin önce "vasıfsızlaştırılıp" sonra satılmasıyla, "lüks villalı" orman talanlarıyla, "insan-insan çelişkisi" üzerinden "insan-doğa çelişkisini" şuursuzca büyütenlere bir ders vermeliyiz. Toplumsal değişmenin yönünü "insanlığa" çevirmeliyiz. Yozlaşma ve talanların hesabını "insan" adına olduğu gibi, "doğa" adına da sormalıyız.

Dünya atalarımızdan miras değil, torunlarımıza devredeceğimiz bir emanettir.

Her tarafı yemyeşil ormanlarla kaplı olan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nde birlikte yaşamak ümidiyle...

(Haber Ekspres, 12 Aralık 2006)

1 yorum:

Adsız dedi ki...

deneme