04 Şubat 2007
SOSYAL DEVLETİ UNUTTURUYORLAR! - ZAFER YAPICI
"Sosyal devlet" gerçekte nedir; bilir misiniz? Peki, neleri yanılarak sosyal devlet bildik biz?
İkinci sorudan başlayalım. Kimimiz, siyasal iktidarın uzantılarının devlet aygıtını yandaş toplamak için seferber etmesi sandı sosyal devleti. Sosyal devlet, iktidar partisinin örgüt binalarına giderek hatırlı birinin arkası "yakinimdir" yazılı kartvizitini alabilmekle eşdeğer tutuldu kimimizce. Bu kartviziti kullanarak, devlet dairelerinde "iş bitirme hakkına" sahip olma özgürlüğü saydı kimimiz "sosyal devleti".
Kimimiz, devlet aygıtına hakim olan zihniyetin zenginleştirilen türevlerinin, neo-liberal iktisat politikalarıyla devletin içinin boşaltılması sonucu daha da yoksullaşanlara, oy için verdikleri sandı "sosyal devleti". Fena yanıldı kimimiz...
Oysa sosyal devlet olgusu, bambaşka bir şeydir. Mustafa Kemal Atatürk'ün devlet anlayışının doğal bir sonucudur; en temel görüntüsüdür. Kemalizm'in devletçilik, halkçılık ve devrimcilik ilkelerinin gereğidir. Atatürkçü düşünce sisteminin esas unsurlarından biridir. Düşünün, daha Kurtuluş Savaşı yıllarının zorlukları içinde, Çocuk Esirgeme Kurumu'nun kurulmasını. Zonguldak işçilerinin sağlık ve sosyal güvenlik hizmetleriyle ilgili yasanın çıkarılmasını. İzmir İktisat Kongresi'nde; daha 1923'te, sanayicinin desteklenmesi yönünde atılan adımları. Aynı kongrede, 1923 koşularında, çalışma süresinin sekiz saate indirilmesi ve on iki yaşından küçüklerin çalıştırılmaması kararlarının alınmasının ne demek olduğunu. Ya da gece çalışanlara çift ücret ödenmesi kararının anlamını? Hastalık nedeniyle çalışamayan işçinin ücret alması kararını. Kaza ve hayat sigortasının kurulmasını. Çiftçinin korunması yönünde atılan adımları. Aşarın kaldırılmasını. Yoksul kesimlere sağlık hizmetlerinin götürülmesi yönündeki gayretleri. Yatılı eğitimin yaygınlaştırılması çalışmalarını. 1934 yılından itibaren sanayi yatırımlarını ön plana alıp, işçi sınıfı yaratma gayretlerini. Üretim yönündeki gayretleri. Düşünün o yoksullukta, "ülkenin dört bir yanını demir ağlarla örmenin" ileri görüşlülüğünü..."Sosyal devlet" için bu ve bunun gibi adımların ne anlama geldiğini...
Hayata müdahale
Değerli okurlarım, aslında Atatürk döneminde yapılanları göz önünde tutularak bile "sosyal devlet" tanımlanabilir. Sosyal devlet, "halktan yana olan" bir yönetim anlayışıdır. Bir zihniyettir, bir dünya görüşüdür. Bir tarafta halka, çalışana, üretene, yoksula, emekçiye, diğer taraftan çıkarcıya ve rantçıya, nereden bakıldığını ortaya koyan bir dünya görüşüdür. Liberal devletin kutsalı "mülkiyet hakkını" güvence altına almanın ötesine geçmektir. Devletin sosyal barış ve adaleti sağlamak amacıyla, sosyal ve ekonomik hayata aktif bir biçimde müdahale etmesidir. Sosyal devlet anlayışı birbirini tamamlayan şu dört öğeye dayanır: Ulusal geliri arttırmak, ulusal gelirin adaletli dağılımını sağlamak, özgürlüklerin gerçekleşmesi için maddi olanak sağlamak ve bireyleri sosyal güvenliğe kavuşturmak.
"Sosyal devlet anlayışı"nı en başta bir zihniyet olarak tanımladık. Peki ülkemizde iktidar olan zihniyet, "sosyal devlet" anlayışının neresinde? Sosyal devletin dört öğesini ele alarak değerlendirelim.
Ulusal geliri arttırmak; bir başka ifadeyle "kalkınmayı" sağlamak konusunda devletin görevleri yürürlükte olan anayasaya göre kısaca şunlar: Ekonomik sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayinin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini planlamak. Ulusal tasarrufu ve üretimi artırmak, yatırım ve istihdamı gerçekleştirmek. (1982 Anayasası 166.md.) Özel teşebbüsün ulusal ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini sağlamak. (1982 Anayasası 48/2) Peki iktidar bu "anayasal görevlerini" yerine getirmiş midir? IMF politikalarını itirazsız kabul etmesiyle Türk tarımını yok etmiş, sanayisini rekabet edemez hale getirmiş, dolayısıyla "kalkınma"da sınıfta kalmıştır. Türk ekonomisini, ne yazık ki, "borç ekonomisi" haline getirmiştir. CHP Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal'ın ifade ettiği gibi, Türk ekonomisi, giderek dışa bağımlı hale gelmiş, kaynaklarını kendi kalkınması için değil, dış ekonomilerin çıkarları doğrultusunda kullanmaya itildiği ilişkiler düzeni içine girmiştir. Paradan para kazanmayı yücelten bir ekonomi mantığı, üretimi ötelemiş, her sıcak parayı üretimi arttıracak yabancı sermaye olarak sunmuş, Türkiye'nin en büyük zenginliklerinden büyük ekonomik kuruluşlarını yok pahasına "pazarlamış" (!) yolsuzlukları sıradanlaştırmıştır. Bu mantıkla istihdam da daralmıştır.
Yanlış indeks
Ulusal gelirin adaletli bir biçimde dağılımını sağlama hakkındaki "anayasal görevini" yerine getirme konusunda iktidarın karnesi yine içler acısı. Anayasa 49/2'ye göre, çalışanların yaşam düzeyini yükseltmek, çalışanları korumak, işsizliği önlemek, Anayasa 55/2'ye göre ise çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmelerini sağlamak devletin görevlerindendir. Peki siyasal iktidar bu görevlerini ne ölçüde yerine getirdi? Bugün ülkemizde 1 milyona yakın açlık sınırında, 20 milyona yakın yoksulluk sınırında insan var. İşçi ve memurların çoğunluğu yoksulluk sınırının altından maaş alıyorlar. Kamu işçileri, memurlar, özel sektör çalışanları ve emeklilerin reel ücretleri giderek erimekte. Asgari ücret 403 YTL! Komik enflasyon indekslerinin çıkardığı düşük enflasyon oranlarının gerçeği yansıtmadığını artık hepimiz biliyoruz. İktidarın bu görevi yerine getirmediğini, aslında her gün onlarca örnekten görüyoruz.
Özgürlüklerin gerçekleşmesi için maddi olanak sağlamak da sosyal devletin bir diğer öğesi. Anayasa 5.maddeye göre kişinin temel hak ve özgürlüklerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak bir biçimde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmak da devletin görevleri arasında. Oysa siyasal iktidar, yoksullaştırdığı halk ile zenginleştirdiği kesim arasındaki uçurumu gittikçe büyüterek, halk olarak temel hak ve özgürlüklerimizi kullanmadaki siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri çoğaltıyor. Yine Sayın Baykal'ın belirttiği gibi, haramzade işadamı, aç gözlü bürokrat ve namussuz siyasetçi ortaklığı, yarattığı yolsuzluk düzeniyle birilerini zenginleştirirken, bizleri daha da fakirleştiriyorlar.
İktidarın zihniyeti
"Sosyal devletin" bir diğer öğesi ise bireyleri sosyal güvenliğe kavuşturmak. Anayasa 60. maddesinde sosyal güvenliği bir hak olarak görmekte, sosyal güvenliği sağlayacak her türlü önlemi almayı ve gerekli örgütleri kurmayı devlete görev olarak vermektedir. Anayasa Mahkemesi'nden dönen Sosyal Güvenlik Yasası'nın incelenmesi bile iktidarının bu konudaki zihniyetini ortaya koyuyor.
"Adalet" ve "kalkınmanın" gerçekte ne demek olduğunu "sosyal devlet anlayışından" yola çıkarak, bize "adalet" ve "kalkınma" adında yutturulmaya çalışılanların sadece küçük bir kısmına deyinerek tartıştık bugün. Bugün bayram. Dileğim, anayasal ve ahlaki görevlerini yerine getiren, sosyal devlet anlayışını sahiplenen bir siyasal iktidarın olduğu; açın, yoksulun, bir gün değil her gün hatırlandığı, herkesin haklarının bilincinde olduğu bir ülkede bir dahaki bayramlarımızı kutlamak. O zaman bayramlar daha bir "bayram gibi" olacak; öyle değil mi?
(Haber Ekspres, 2 Ocak 2007)
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder