04 Şubat 2007

YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR! - ZAFER YAPICI


TBMM, 2007 yılı Mayıs ayında yeni Cumhurbaşkanı'nı seçecek...

Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yeni Cumhurbaşkanı; Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve devrimlerine sahip çıkan, Cumhuriyet'i, laikliği ve demokrasiyi bir arada yaşatma azim ve kararlılığında olan, ülkemizi çağdaş medeniyet seviyesine yükseltecek adımlar atacak bir bilinç ve düşünce yapısına sahip olmalı.

Değerli okurlarım, Anayasanın 104. maddesinde sayılan Cumhurbaşkanı'nın yasama, yürütme ve yargıya ilişkin yetkileri, Cumhurbaşkanlığı kurumunun rejimimiz açısından anahtar önemini ortaya koyuyor. Örneğin 104. maddenin a bendine göre, Cumhurbaşkanı'nın "kanunların, kanun hükmündeki kararnamelerin... Anayasa'ya şekil veya esas bakımından aykırı oldukları gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi'nde iptal davası açmak..." gibi yasama ile ilintili çok önemli yetkileri var. Aynı maddenin b bendinde geçen, yürütme alanına ilişkin Cumhurbaşkanı'nın bazı yetkileri şunlar:

·Yükseköğretim Kurulu üyelerini seçmek,
·Üniversite rektörlerini seçmek,
·Devlet Denetleme Kurulu'nun üyelerini ve başkanını atamak.

104. maddenin c bendinde yargı ile ilgili Cumhurbaşkanı'nın bazı yetkileri de şöyle:

·Anayasa Mahkemesi üyelerini,
·Danıştay üyelerinin dörtte birini,
·Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı vekilini seçmek.
·Askeri Yargıtay üyelerini,
·Askeri Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini,
·Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçmek.

Yaşanabilir Türkiye

Bir an için, Cumhuriyet düşmanı bir kişiliğin; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yeni cumhurbaşkanı olduğunu düşünelim! Böyle bir kişilik, yukarıda yazılı Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini (104. maddenin tümünü okumalıyız) sizce hangi düşünce, hangi ideoloji, hangi zihniyet doğrultusunda kullanacaktır? Ve o zaman, Türkiye nasıl bir Türkiye olacaktır? Öyle bir Türkiye bizler için yaşanılabilir bir ülke olabilecek midir? Bu soruların cevaplarını düşünmeliyiz! Cumhurbaşkanlığı makamına; Cumhuriyet ve laiklik karşıtı zihniyetlerin yerleşmesini önlemeliyiz. Şimdiye kadar aktarılan zihniyete sahip kişilerin Cumhuriyet'e ve laikliğe, eğitim sistemine ve kurumlarına, yargının bağımsızlığına yaptıkları saldırılar, bundan sonrada bu makamı kullanarak yapacaklarının göstergesidir. Böyle bir durumun yaşanmaması için;

·TBMM erken seçim kararı alıp, hemen seçime gitmeli,
·Yeni seçilecek Meclis de Cumhurbaşkanı'nı seçmelidir.

İşte o zaman demokrasi pekişir, Cumhuriyet ve laiklik gelişir.Bu iki durum gerçekleşmese de, oy verme ve oy verme dışındaki siyasal katılım yollarıyla, Cumhuriyet'i yurttaşlar olarak koruma iradesini göstermeli, böylelikle Atatürk ilke ve devrimleriyle hesaplaşma halindeki güçleri zor durumda bırakmalıyız.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk: "Bütün dünya bilsin ki, benim için bir yandaşlık vardır: Cumhuriyet yandaşlığı, düşünsel ve toplumsal devrim yandaşlığı. Bu noktada yeni Türkiye topluluğunda, bir bireyi bunun dışında düşünmek istemiyorum" demekle bize bir şeyler anlatmak istemiyor mu?

Bireyler olarak, sivil toplum kuruluşları olarak, basın olarak, medya olarak; kısacası Türk Milleti olarak sesimizi yükseltmeliyiz ve elimizi çabuk tutmalıyız!

Yoksa, yarın çok geç olabilir!

"Cumhuriyet" adli şiirimi, siz okuyucularımla paylaşmak istiyorum...

Cumhuriyet

Gözlerimi senin kucağinda açtım.
Seni ana,
Seni baba,
Seni kardeş bildim.
Seni geleceğim,
Seni gençliğim,
Seni özüm bildim.
Seni vatanım,
Seni bayrağım,
Seni atam bildim.
Seni yok etmeye çalışan;
Yobazlar ve hainler Şunu çok iyi bilmelidirler:
Türk milleti; anasını, babasını, kardeşini,
Geleceğini, gençliğini, özünü,
Vatanını, bayrağını, atasını;
Samsun'da, Erzurum'da, Sivas'ta
Sakarya'da, Çanakkale'de,Dumlupınar'da,
İnönü'lerde,
Dokuz Eylül'de kazandı.
Bunu yok etmeye çalışmak!
Kendini ve Türk milletini
Yok etmeye çalışmaktır...
Cumhuriyet!
Sen atamdan emanetsin bana.
Senin elinde doğdum,
Senin elinde öleceğim.

(Haber Ekspres, 26 Eylül 2006)
EKONOMİK DEMOKRASİ
Ekonomik demokrasi, ülkede yaratılan değerlerden adil bir biçimde yararlanmak olarak tanımlanabilir. Ekonomik demokrasi sayesinde:*-Gelir dağılımındaki adaletsizlikler giderilebilir,*-Sömürünün yarattığı eşitsizlikler ortadan kaldırılabilir.Değerli okurlarım, eğer bugün ülkemizde gerçek bir demokratik düzen kurulamıyorsa, bu durumun en önemli nedenlerinden biri ekonomik yapıdaki çarpıklıklardır. Örneğin:*-Nüfusun %22'si, Marmara bölgesinde, GSMH'nın % 36.7'sini alıyor.*-Nüfusun %19'u, Doğu Anadolu bölgesinde, GSMH'nın % 4'ünü alıyor.*-Marmara bölgesi içinde; alt gelir grupları GSMH'nın % 4.3'ünü, üst gelir grupları ise GSMH'nın % 61.1'ini alıyor. *-Nüfusun en yoksul %10'unu oluşturan 7.2 milyon kişi GSMH'nın % 2.3'ünü (yani kişi başına 1277 dolar), nüfusun en zengin % 10'u oluşturan 7.2 milyon kişi GSMH'nın % 30.7'ni (yani kişi başına 17055 dolar) alıyor.Değerli okurlarım, burada bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Ekonomik demokrasi olmaksızın siyasal ve hukuksal demokrasiden söz etmek aldatmacadan başka bir şey değildir. Bir ülkede demokrasi var deniliyor ise o ülkede siyasal, ekonomik ve hukuksal (hak ve özgürlükler-insan hakları konularında) demokrasinin eksiksiz uygulandığı anlaşılmalıdır. Peki neden demokrasinin ekonomik boyutu bu denli önemli? Çok basite indirgeyerek izah edelim: Ekonomik özgürlüğü olmayan insanlar diğer özgürlükleri kullanamazlar. Diğer özgürlükleri kullananlar ekonomik özgürlükleri olanlardır. Daha doğrusu, cebi dolu olanlardır. Örnek mi istiyorsunuz; hemen vereyim: *- İnsanların yaşam hakkı var ancak en basit hastalıklar için bile çaresiz durumdalar. Toplumumuzun önemli bir kısmının ne doktora gidecek, ne de ilaç alacak parası var.*-Konut edinme hakkı var ancak milyonlarca insanın başlarını sokacak bir konutu yok.*- Çalışma hakkı var ama çalışacak iş alanları yaratılamıyor...Değerli okurlarım, ekonomik demokrasinin yerleşebilmesi için sosyal-devlet anlayışının kurumsallaşması kaçınılmazdır. Sosyal devletin her alanda fırsat eşitliği sağlaması anlayışı, anayasal hak ve özgürlüklerden her bireyin yararlanması için devletin tüm olanaklarını seferber etmesidir. Neo-liberal iktisat politikalarını baş tacı yapıp, iktidarlarında devlet yapılanmasını bu yönde dönüştürenler, her yurttaşımızın ekonomik özgürlüğünün olmamasını bir avantaj olarak görmüşler, siyaseti oy verme sürecine indirgeyerek topluma kapatmışlar, seçimlerde oy satın alma alışkanlıklarını sürdüregelmişlerdir. Bu davranış biçimi başarılı sonuçlar verince, sosyal devlet anlayışını dışlayan iktidarlar, alt gelir gruplarının ekonomik özgürlüklerini kazanabilmeleri için gerekli desteği vermemişler; halkımızın ekonomik sorunlarını görmemezlikten gelmişlerdir. Hala da bu anlayışı sürdürüp gitmektedirler. Bundan dolayı siyasette aşırı profesyonelleşme, şirketleşmeye (parasal baskı gücü) doğru gitmektedir. Oysa, devlet yönetimi, şirket yönetimi değildir. Devlet yönetiminde yahut siyasi düzlemde kullanılan yöntemler, şirket yönetimi yöntemlerine indirgenemez, indirgenmemelidir! "Ekonomik demokrasi"yi dışlamayan gerçek bir demokrasi (!) gereği, sosyal devlet anlayışı kurumsallaşmalıdır.Bir hikaye ile anlatmak istediğimizi daha da somutlaştıralım: Padişah bir gün büyük gürültü ile yatağından fırlar. Pencereden bakar. Bir çocuk avazı çıktığı kadar "gevrek. gevrek..." diye bağırmaktadır. Padişah saraydakilere gevrekçi çocuğun sesinin kesilmesini emreder. İkinci gün, üçüncü gün aynı şekilde çocuk bağırmakta, padişah onun sesiyle uyanmaktadır. Padişah en sonunda vezirini çağırtır ve durumu ona anlatır. Padişah ertesi günü iple çeker ve sabah erkenden pencerenin önünde çocuğu beklemeye koyulur. Bir süre sonra çocuk, çok kısık bir sesle "gevrek" diyerek görünür. Padişah merakla vezirini çağırtıp, vezire: "Ne yaptın da çocuğun sesini kıstın?" deyince, vezir: "Padişahım, cebinde ne kadar parası varsa aldım. Onun için sesi çıkmıyor" der.İşte benim söylemek istediğim! Ekonomik özgürlüğü şu veya bu şekilde elinden alınan insanların sesi kısılır. Sosyal yaşantıları, toplumsal tepkileri yok olur. Bunu avantaj bilen siyasi çıkarcı gruplar, çoğu zaman kendilerinin değil, devletin olanaklarının seferber edildiği sözüm ona sosyal yardımlaşma girişimleriyle, bir koli yiyeceğe olabildiğince çok oy satın almak için uygun toplumsal koşulları bulurlar. Vatandaşlar, hizmet edilecek insan kategorileri değildir onlara göre. Tebaadırlar! Yardım dilenenler; karşılığında oy ve hayır duası verenlerdir! Bu fırsatçılardan kurtulmanın tek yolu Atatürk ilke ve devrimlerini; bu devrimlerin iç bağlantılarının doğal sonucu olan "sosyal devlet" anlayışını savunan, "Türkiye'nin terörden barış, yolsuzluktan dürüstlük, yozlaşmadan gerçek değerler, işsizlikten kalkınma ve yoksulluktan refah üretmek zorunda olduğunun" bilincinde olan ve bu düşüncelerin kurumsallaşması için çaba sarf eden siyasi yapılanmayı kucaklamaktır. Halk olarak siyasetin "nesnesi" değil, "öznesi" olmak için gayret etmektir.Fırsatçıların tuzaklarına düşmemek umuduyla...
(Haber Ekspres, 3 Ekim 2006)

Hiç yorum yok: